Geçen yıl Kasım ayında toplanan Yüksek Danışma Kurulumuzda Sivil Kuruluşların bir organizasyon içerisine girerek Parlâmentoda bekleyen, özellikle kara delikleri ortadan kaldırıcı düzenlemelerin bir sivil baskı unsuru meydana getirmek suretiyle yaptırılıp yaptırılmayacağı üzerinde müzakere açıldı. Esasen istenirse böyle bir organizasyonun güçlü sivil kuruluşlar tarafından gerçekleştirilebileceği kanaati uyandı. Bu kanaat üzerine böyle bir çalışmayı organize edebileceğine inandığımız kuruluşlara bu konuyu götürdük.
Sadece siviller tarafından değil resmi merciler ve makamlar tarafından da böyle bir sivil hareket bekleniyor. Zaman zaman başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere Devlet ve Hükümet yetkililerinin “Kamuoyu ve sivil kuruluşlar gerekli düzenlemeler için harekete geçmelidir” yönünde ifadeleri olmaktadır.
Sivil kuruluşlardan ne anlıyoruz. Sivil kuruluşlar bizim ülkemizde Siyasi Partiler, Mesleki Kuruluşlar, İşçi ve İşveren Sendikaları, Belediye Birlikleri olarak karşımıza çıkıyor. Bunlar yasayla kurulmuş, üyeliği yasayla tanzim olmuş kuruluşlar. Birde Ekonomik, Sosyal ve Siyasi konularda çalışan Dernekler, Vakıflar var. Bunlar üyeliği gönüllü kuruluşlar, fakat meslek örgütleri hem sivil hem de yasayla üye olmak zorunlu olan kuruluşlardır.
Aileyle Devlet arasındaki en büyük sivil kuruluşlar yasayla korunmuş olan meslek kuruluşlardır. Bunların başında T.O.B.B gibi, T.E.S.O.B. gibi, Serbest Meslek Odaları Birliği gibi, Mühendis, Hukuk, Tabip Odaları Birliği gibi, İşçi ve İşveren Sendikaları gibi kuruşular geliyor. Dolayısıyla bir sivil hareketin öncüsü yasayla kurulmuş olan, hakları ve borçları yasayla tanzim edilmiş olan, kuruluşlardan başlamalı ve diğer kuruluşlar onları takip etmeli, desteklemeli diye düşünüyoruz.
Eğer sivil toplum kuruluşları yasal zorlamalara girmezlerse, siyasi yetkililerimiz istedikleri halde, gerekli düzenlemeleri gerçekleştirmek için siyasi ve sosyal bir güç sahibi görünmüyorlar. Yetkiler tamamen parçalanmış vaziyette.
Bunun en son örneğini Sayın Başbakan 9 Ekim’de TÜSİAD’ın misafiri iken ifade etti. Konuşmasının bir yerinde yine Türkiye’de demokratikleşme, kara deliklerin kapatılması enflasyonun indirilmesi, siyasette istikrara yönelik düzenlemeler konusu açıldığında “Bunların hepsinin mümkün ama parlâmentoya sivillerin baskı yapması lazım. Türkiye’de sivil kamuoyu yeterli değil, mevcutlarda görevlerini yapmıyorlar.” şeklinde bir ifadesi oldu.
Sivil toplum kuruluşlarında yapılacak düzenlemeler ile ilgili bilgi birikiminin fazlasıyla mevcut olduğunu, organizasyon kabiliyetinin yeterince var olduğuna inanıyoruz. Bu kuruluşların kıymetli Başkanlarının özellikle bu konularda son derece cesur ve bilgi sahibi olduklarına da eminiz. Bütün mesele, bunu gündemlerine almak, bunun için bir proje hazırlamak ve bu projeye Türkiye’deki kuruluşları davet etmekten geçiyor.
Eğer arzu ederlerse sivil kuruluşların Başkanları bunu gerçekleştirebilirler. Böyle bir sivil hareket Anadolu’daki pek çok kuruluşla beraber kamuoyunu arkalarında bulacaktır.
13 Ekim 1998