Önceki hafta D.İ.E., G.S.M.H’nın toplam nüfus arasındaki dağılımını açıkladı. Buna göre gelirin %55’ini nüfusun %20’si alıyor, gelirin kalan %45’ini nüfusun %80’i paylaşıyormuş. Özellikle nüfusun en altta bulunan %20’lik kesimi toplam gelirin %5’ini alabiliyormuş. Bu tablonun toplum huzurunu tehdit ettiği yolunda görüşler basında yer alıyor.
Sayın Doğan Güreş; “Yüksek tahsilliler işsiz, yediğim boğazımda düğümleniyor, binlerce insan aç, işsiz, fakirlik, sefalet diz boyu buna çare bulmak lazım” demiş. Yine Sayın İlhan Kesici; “Bankada mevduatların %54’ü Banka hesaplarının %1,3’üne ait. 33.266 bin mevduat sahibinden 32.831 bin kişinin mevduatı 500 milyon Lira’nın altında. Mevduatın büyük kısmı %1,3’lük kesim elinde bulunduruyor. Dengelerin bu hale geldiği bir ülkeyi yönetmek zordur” diyor. (Milliyet 25.10.1996)
Bunlar sıradan kişiler değil. Birisi devleti çok iyi tanıyan, yıllarını ordumuza vermiş ve Genel Kurmay Başkanlığı’nı yürütmüş, diğeri ise uluslar arası düzeyde ekonomi ve siyaset tahsil etmiş, D.P.T. Müsteşarlığımda bulunmuş, konuları çok iyi bilen parlamenterlerimiz.
Türkiye’miz başından beri sınıfsız, imtiyazsız bir topluma sahip olmakla övüne gelmiştir. Başta anayasalarımız olmak üzere, kanunların hazırlanmasında herhangi bir toplum sınıfı oluşturmayacak düzenlemelerin yapılmasına özen gösterildiği bilinir. Vatandaşlar arasında fırsat eşitliği sağlayacak uygulamaların yapıldığı, sıkça dile getirilir.
Ancak D.İ.E.’nün son göstergeleri ülkemizde, eğitimleri, tüketimleri, yaşama ve düşünme tarzları bambaşka toplum kesimleri oluşmaya başladığını gösteriyor. Şehirler ve semtler arasındaki farklılıklar da bu tabloyu doğruluyor. Türkiye’de Kamu bankaları ile, kamu yatırımları ile destekleme alımları ve iç borçlanmayla gelir dağılımını düzenleyen en büyük güç Devletin kendisi. Açıklanan tablo iktidarıyla, muhalefetiyle ülkeyi yıllardır yönetenlerin eseri olmuyor mu? Sınıfsız, imtiyazsız bir toplum meydana getirmek, vatandaşları arasında fırsat eşitliğini sağlamakla görevli olanlar karşımıza bambaşka bir tablo çıkartıyorlar.
Bu durumun getireceği radikal sonuçlar, bütün toplumu etkileyecektir. Fakat önce G.S.M.H.’nın %55’ini alan %20’lik kesimini etkiler. Ekonomik bakımdan güçlü olan kesimin omuzlarında ileri eğitim, sağlık, rasyonel düşünme, uzmanlık alanlarına sahip olma gibi avantajlarını kullanıp, ekonomik ve idari tıkanıklıklara çözüm getirici çalışmaları yapma sorumluluğu vardır. Bizler “komşu açken tok yatanı ayıplayan” bir kültürün mensuplarıyız. Tarihin hiçbir devrinde hiçbir ülkede rasyonel çözümler bulmak, alt gelir gruplarının sorumluluğunda olmamıştır.
Hükümetin bu alanda kamu çalışanlarına Temmuz’da %50 zam vermesi ve KOBİ’lere düşünülen son destekler olumlu fakat çok yetersizdir. Üst gelir gruplarının ve onların Kuruluşlarının ülkede üretimi arttıracak, gelir dağılımını dengeleyecek düzenlemeler için tüm yönetim kademelerine baskı yapması kendi mutluluklarının sürmesi için de zorunludur. Aksi halde muhtemel fırtınaya ne yazık ki özelleştirmeyi, vergi reformunu, yatırımları engelleyen yetkililerle aynı gemide gireceğiz. %55’likler lüks kamaralarından çıkarak, yelken açıp kürek çekmeyi göze almalı.
Ekim 1996